Sıcak içeceklerin vazgeçilmezi gönüllere taht kuran kahve, asırlar boyunca insanlık tarihinde önemli bir yer edinmekte. Bu yazımızda sizlere gün içerisinde sıklıkla tükettiğimiz kahve çekirdeklerinin öyküsünden bahsedeceğiz.
Habeşistanlı Bir Çoban
Kahve, miladi takvimde 575-850 tarihleri arasında Habeşistan’da bugünkü adıyla Etiyopya ülkesinde keşfedilmiş diyebiliriz. Hatta bu keşif aşamasında şöyle bir hikaye rivayet edilir:
Bir çoban keçilerini otlatırken daha önce pekte dikkatini çekmeyen kahve bitkisinin olduğu taraflarda hayvanların rağbet ettiğini görür ve bu durum kendisinin dikkatini çeker. Sonrasında o bitkiden yiyen keçilerin daha önceki hallerinden daha diri ve canlı olduğunu fark eder ve kendisi de bu bitkiden denemeye karar verir.
Kahve bitkisini tadan çoban ilk başta tadından pekte hoşlanmasa da vücudunda birtakım değişiklikler fark eder ve arkadaşlarıyla bu durumu paylaşır. Arkadaşları da bu bitkinin tadının oldukça acı olduğunu belirterek topladıkları kahveleri yakmaya karar verirler. Kahvelerin ateşle buluşmasından sonra ortaya çıkan kokusundan çok etkilenirler. Ateşe atılıp kavrulan kahveleri demleyip içtiklerinde ise tam olarak kahvenin keşfi tamamlanmış olur.
Kaynaklarda bu tür rivayetler sıklıkla yer almakta, doğruluğu tabi ki tartışılabilir ama aslında fena da bir hikaye olmadığını söyleyebiliriz.
Ağrı Kesici Kahve
Gelelim bilimsel anlamda kahve çekirdeğinin öyküsüne…
- Kahve çekirdeklerinin ortaya çıktığı ilk zamanlarda ağrı kesici olarak kullanıldığını biliyor muydunuz?
Evet günümüz Etiyopya sınırlarında miladi takvime göre 575-850 tarihleri arasında tıp alanında kahve çekirdekleri ağrı kesici özelliğinden dolayı şöhret bulmuştur. Hatta bu özelliği insanları o kadar etkilemiş ki kahve çekirdeklerini “sihirli meyveler” olarak adlandırmışlar.
Günümüzde de böyle isimlendirsek aslında yanlış bir tanımlama yapmış olmayız. Neyse, kahve çekirdeklerinin ağrı kesici ve aynı zamanda insanların dikkatini toplamasına da katkı sağladığını da belirtelim ve şimdi de dünyanın kahveye tanışma hikayesinden bahsedelim.
Ticaretle Şöhret Bulan Kahve
Malumunuz Arabistan toprakları tarihten günümüze ticaretle geçimini sağlayan insanların oluşturduğu bir bölge. Kahve çekirdeklerinin dünyaya nam salması da Arapların ticarette farklı mal arayışlarından kaynaklanıyor. Kahve Habeşistan bölgesinde keşfedilmesine rağmen sadece coğrafi konumuna yakın beldelere kadar yöresel bir şöhreti ulaşmış durumdaydı. Fakat tüccarların kahve çekirdeklerini alıp satmaya başlamasıyla kahve dünya da büyük bir şöhrete sahip olmuştur.
Kahve Yemen’den Gelir
Ticaret vasıtasıyla şöhreti yakalayan kahve özellikle Yemen bölgesinde hem tüketilen hem de dışarıya satışı yapılan popüler bir ürün haline gelmiş ve yemenliler daha önce uyuşturucu etkisi yüksek olan kat bitkisini kullanmak yerine sağlıklı ve lezzetli kahvelerin uzmanı haline gelmişler. Yemen kahvesi de böylece insanların sıkça tercih ettiği bir içecek olarak tarih sahnesinde yerini almış.
Yemen kahvesi öyle bir nam salmış ki Yavuz Sultan Selim bir seferinde bu bölgeden geçerken kendisine ikram edilen kahvenin tadına doyamamış.
Yemende kahve içimi belli bir seviyede arttıktan sonra kahvehaneler kurulmuş ve insanların gün içerisinde dinlenip muhabbet ettikleri yeni ortamlar meydana gelmiş. Fakat o dönemde insanlar kahveye o kadar bağımlı olmuş ki insanların burada çok vakit geçirmesi ve bu ortamların eğlence yerleri olması dönemin iktidarlarını rahatsız etmiş ve bir dönem kahvehaneler kapatılmıştır.
Kahve Kokan Mısralar
Yavuz Sultan Selim kendisine ikram edilen kahveyi çok beğenince haliyle zaman içerisinde Osmanlı Devleti sınırlarında kahve tüketimi yayılmaya başlamıştır. Kahvenin şöhreti edebiyat dünyasının da ilgisini çekmiş ve bakın nasıl beyitler kaleme alınmış:
“İrte derse giremez gice kitaba bakamaz
Eğer içmezse müderris iki fincan kahve”
Nev’i mahlasına sahip olan şairimiz bu şiirinde diyor ki: “Eğer müderris iki fincan kahve içmezse ne kitaba bakabilir ne de derse girebilir.” Kültürümüze de Osmanlıdan miras kalan kahve hakkında bir başka şairimizde şöyle diyor:
“Musaffa-meşreb ile ehl-i keyfe naz ider kahve
Ne gûne cilvelerle dil döker vakt-i seher kahve”
Erzurumlu Zihnî olarak tanınan şairimiz bu mısralarda diyor ki: “Kahve saftır, başka bir maddeyle karışmamıştır, keyif ehline kahve naz eder ve kahvenin içilme vakti de bellidir o da seher vaktidir.”
Demek ki şairimiz bize usul öğretiyor ve adeta günümüze seslenerek diyor ki gün içerisinde her vakitte kahve içilmez, kahvenin vakti seher vaktidir.
Avrupa’nın Kahveyle Tanışması
Kültürümüze bu denli yer edinen kahvenin şimdide Avrupa yolculuğundan bahsedelim.
Rivayet odur ki Viyana kuşatmasının uzun sürmesi ve belli başlı siyasi olaylar neticesinde Osmanlı geri çekilme kararı alır. Geri çekilen askerler uzun yolculuk esnasında yanlarında ağırlık yapmaması için eşyalarının bir kısmını bırakmışlardır. Bıraktıkları eşyalar arasında o dönemde Osmanlı toplumunun vazgeçilmezi olan kahveler vardır. Polonyalı bir kişi bu kahveleri görür ve dikkatini çeker. Sonrasında bunun Osmanlı kültüründeki yerini ve sıcak bir meşrubat olduğunu öğrenirler. Kahveyi denediklerinde ise tadına doyamazlar.
Bu olaydan sonra kahve Avrupa bölgesinde de büyük bir popülerliğe kavuşur, hatta belli bir zaman sonra İstanbul’dan Avrupa devletlerine kahve ticareti başlar. Bu ticaretin hacmi öyle büyüktür ki petrolden sonra ticaretteki en rağbet gören ürün haline gelir. Artık kahve Dünyada ticaret yolları vasıtasıyla adını duyurur.
Habeşistan’dan başlayıp Arabistan’da ticareti yapılan oradan Yemen’de şöhreti yakalayıp Osmanlı kültüründe yer edinen sonrasında Avrupa’ya kadar uzan kahve çekirdeklerinin öyküsünün sonuna geldik. Bir başka makalemizde görüşmek üzere…